Göster Bakayım Cebindeki Telefonu!
- Yiğitcan Erkan
- 5 gün önce
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 gün önce
“Alemin keyfi yerinde, cafeler restoranlar tıklım tıklım” bir yana, benim bu aralar derdim “Göster bakayım cebindeki telefonu!”
Spotify hesabımın 2025 özetine göre, müzik yaşım 81 çıktı; hem de klasik müziği Spotify’dan değil, Youtube Music’ten dinlediğim ve 4 yaşını henüz doldurmuş kızımın benim hesabım üzerinden oluşturduğumuz müzik listelerini her sabah okula giderken dinlediğimiz halde.
Müzik zevklerini paylaşamasam da, benden daha gençleri, çok daha gençleri anlamaya çalışmak için çaba sarfetmeyi çok değerli buluyorum.
Bu konuya nasıl geldiğimi anlatayım.
Yazı uzun ancak konunun derinliğini düşünürsek yine de denizde bir damla. Ancak biraz daha detay iyi olurdu diyenler için, yazıyı ikiye ayırdım. İkinci bölüm az buçuk daha detaya iniyor.
AVM’ler tıklım tıklım, cafelerde restoranlarda boş sandalye yok!
Mahfi Eğilmez Bey’in 9 Aralık 2025 tarihli “Orta Sınıf Nereye Gitti?” başlıklı yazısı, yine her zamanki gibi kısa, öz ve ilham vericiydi (linkini yorumlar kısmında paylaşacağım).
Önceki yazılarında shrinkflasyon, skimpflasyon, doomspending gibi kavramları biz sıradan insanların literatürüne sokan Mahfi Bey, o her zamanki duru üslubuyla “ruj etkisi” (krizde küçük lükslere kaçış), “statü endişesi” ve “gösteriş tüketimi” kavramlarını masaya yatırıyordu. Ama en can alıcı tespiti bence şuydu: Gördüğümüz o kalabalıklar, refahın değil, sınıf düşmesi yaşayan ve statüsünü korumaya çalışan eski orta sınıfın can havliyle yaptığı “öne çekilmiş alışveriş” (doom spending) eylemleriydi.
Yazının sonlarına doğru da “sınıf değişikliği” aşamasına geldiğimizi, yukarıda saymış olduğu üç kavramın artık bir önceki orta sınıfın değil, üst sınıftan aşağıya düşen ve yeni orta sınıfı yaratan tüketicinin eylemi olduğunu net bir şekilde dile getiriyor.
Ben de zaman zaman yazılarımda bu konulara değindim.
Zaten tam ortasındayım (hayatın). Aynı endişeleri duyup, kendimi aynı refleksleri gösterirken bulup, irademi korumaya çalışan bir insanım.
Beni bu aralar en çok endişelendiren, üzerine kafa yorduğum konu ise, kızımın geleceği.
Kızımın geleceği ile ilgili aklımı yorarken, dünün genci olan kendimden yola çıkıp, bugünün gençlerini gözlemlemem şart. Bugünün gençlerinin derdine ortak olmayacaksam, yarının gençlerine bırakmayı hedeflediğim dünyayı nasıl kurgulayacağım?
Tam da bu anda, karşıma beni çok etkileyen bir de tivit çıktı. İlhamı bu tivitten aldım. Bunun da linkini yorumlarda paylaşacağım.
“Göster bakayım cebindeki telefonu!”
“Sürekli dışarıdan yemek söylüyorlar!”, “Kahveye servet ödüyorlar! (latte faktörü)”, “Geleceklerini hiç düşünmüyorlar!”, “Ellerinde en pahalı telefonlar!, vs.
Gençleri suçlamak kolay. Gençler zaten her dönem suçlanmıştır, bu bugüne özel bir durum değil.
Gençler için “paranın marjinal maliyeti”
Eski kuşaklar için para, bir kovada biriken su gibiydi. Buna Bütçe diyoruz. Bu kova ay başında dolar, ay sonunda boşalırdı ama kova hep oradaydı, belli bir güven verirdi. Belli bir düzeni (standardı) vardı ve standarttan sapmalar hep klasik olasılıklardı.
Bugün gençlerin bir bütçesi yok. Bütçe derken, düzenli bir nakit akışından bahsediyoruz.
Gençlerin sadece bütçesi mi yok?
İstikrarlı bir gelecek öngörmüyorlar.
Ücretlerin durgunlaştığının farkındalar. Enflasyon altında eziliyorlar.
Konut almanın kendileri için imkansız olduğunu biliyorlar. Bu nedenle mülkiyet kavramları yok.
Eğitimi anlamsız buluyorlar. Maddi ve manevi olarak eğitimi bir yük olarak görüyorlar (debt sentence is death sentence).
Adalete güvenleri yok.
Herkesin eşit ama bazılarının “daha eşit” olduğunu çoktan öğrenmişler.
Sınıf atlamak gibi bir beklentileri kalmamış.
Tüm bunlardan yola çıkarak, para biriktirmenin anlamsız olduğunu düşünüyorlar.
Gelir şekilleri bütçe yapmalarını imkansızlaştırıyor.
Şu an ceplerinde belki 200 TL var.
Yarın 0 (sfır) TL olacak.
Belki birkaç gün sonra ellerine 400 TL geçecek. Belki birinin ödevini yapacaklar, belki birkaç saatlik bir işte çalışacaklar, belki kriptodan birkaç bin kazanacaklar, belki cep telefonunda kumar oynayacaklar, belki bir hafta sonu yarı zamanlı bir işten gelir elde edecekler, belki ebeveynleri bir miktar harçlık verecek (40’lı yaşlarına gelmiş olduğu halde sayısı giderek artan “gençlerin” aileleri ile yaşamaya devam ediyor olması ayrı bir yazı konusu olsun).
Belki de ellerine uzun bir süre para geçmeyecek.
Geçen para ile geleceği satın alamayacağını bilen bireye ise yapacak tek şey kalıyor.
Eline geçeni o an harcamak.
Akış Ekonomisi:
Özetle, bütçeleri (kovaları) yok. Bir hortum var sadece, bazen su akıyor (flow), bazen akmıyor. Akan su kovayı doldurmaya hiçbir zaman yetmeyecek. Ama biliyorlar ki ara ara, ne zaman ve ne kadar olacağını bilmeseler de su akacak ve bu su ancak avuçlarını doldurmaya yetecek.
Bir avuç suyu ise kovaya koymazsınız. Koyacak kovanız yoktur ve zaten susamışsınızdır. O suyu hemen içersiniz.
Artık bütçe yok. Sadece akış var. Ve bir akış ekonomisinde doğru düzgün bir gelirin yokken sürekli eve dışarıdan sipariş vermek ya da bir cafede hemen her gün bir latte içmek, bir lüks değil, düzensiz mikro gelirlerin düzenli (ele geçer geçmez) bir şekilde mikro olarak giderleşmesidir.
Gençler sürekli hareket halindeki bir likidite akışını yönetiyorlar, üstüne üstlük bunu hiç acı hissetmeden yapabiliyorlar.

Uyuşturan Dijitalleşme – Nakit Sonrası Çağ
Acısız ödemeler, zahmetsiz harcamalar (frictionless transactions) dünyasındayız.
Gençler, nakit sonrası bir çağda ergenliğe ulaştılar.
Artık nakit öldü. Yani parayı elle tutamıyoruz (para varsa da dijital, yine dokunamıyoruz).
Fiziken para yoksa, “ödeme acısı” da yok (Pain of Paying). Cüzdandan para çıkarmak beynimizde fiziksel acıya benzer bir acı yaratıyor. Ancak artık temassız kartlar, kayıtlı kredi kartı, QR kodlar, yüz tanıma, vs. gibi dolaylı ödeme yöntemleri sayesinde hiç acı duymadan para harcayabiliyoruz.
Bir kişinin belli bir kararı belli bir şekilde vermesini istiyorsan, yapman gereken tek şey eylemi kolaylaştırmaktır.
Bunun yolu da zahmetsiz/acısız/kaygısız/hissiz/uyuşmuş ödemelerden geçiyor.
Instagram’da bir fotoğrafı likelar gibi, TikTok’ta bir görselden diğerine geçer gibi tek bir hareket ile kolaylıkla, zahmetsiz bir şekilde ödeme yapabiliyoruz. Beğenmek ve ödemek arasında zihinsel bir fark kalmadı. Harcıyor gibi beğeniyor, beğenir gibi harcıyoruz.
Biri zamanımızı çalıyor, diğeri geleceğimizi; ama ikisi de aynı dopamin kanallarını kullanıyor. Bu “sürtünmesiz” (frictionless) dünya, iradeyi uyuşturmak üzerine kurulu.
Bilişsel Yük Yönetimi & Hedonik Rasyonalizasyon
Gençlerin yaptığı sadece bir latte almak ya da oturduğu yerden her gün eve sipariş vermek değil.
Yaptıkları şey, “beyin gücü/yürütücü işlev (executive funciton)” satın almak.
Tüketim onlar için artık yeni bir sosyal para birimi.
Kaotik bir ülke gündemi, belirsiz bir gelecek, trafik, işsizlik kaygısı ve ekranlardan yağan negatif haberler... Günün sonunda bir gencin beyni karar veremeyecek kadar felç olmuş (decision paralysis) durumda. O sipariş butonu, onlar için bir “Negatif Psikolojik Yükten Kurtulma Hizmeti”. Yemek yapmayı planlamak, alışverişe gitmek, pişirmek, toplamak... Bu bilişsel yükü taşıyacak enerjileri yok. O 300 lirayı vererek, sadece karınlarını doyurmuyorlar; bir saatlik zihinsel sükunet satın alıyorlar.
Yaptıkları bu harcamaya, “bu benim bugünkü ruh sağlığımın kirası” olarak bakıyorlar.
Şimdiki zamanı maksimize etmeye çalışıyorlar; çünkü dün geçti, yarın yok, sadece bugün var.
Çaba sarfetmekten yorgunlar. Planlama yapamamaktan umutsuzlar. Bu hayattan rahatsızlar.
Pervasız değiller, aksine korkutucu bir biçimde rasyoneller. Bozuk bir sistem içerisinde uyguladıkları bu strateji bir yaşam stili değil, bir mücadele, bir adaptasyon.
Çözüm parmaklarının ucunda
Bu harcama pratiği, gençlerin hala oyunda olduklarını hissetmenin, bizim onlara bıraktığımız korkunç ekonomik düzende hayatta kalmalarının tek çıkar yolu.
Bunu onlara biz öğrettik.
Geleceği istikrarsızlaştıran, ücretleri durgunlaştıran, enflasyonu yaratan, bireyleri, şirketleri, hükümetleri borçlandıran, dikkatlerin dağınık olmasını sağlayan, çabalamayı anlamsızlaştıran, rahatlığı normalleştiren, her şeye dijital aracılar yaratan
Gençler değil, biziz.
Onların tek yaptığı, yarattığımız travmaların tedavisini aramak.

Detay sevenler için gelsin
Latte Paradoksu
Latte faktörü paradoksu, temelden değişmiş bir ekonomik teşvik yapısına rasyonel bir uyum olarak kendini doğruluyor.
Gençlerin bu yaşam tarzı, üç büyük yapısal değişimin bir ürünü: paranın stok değişkeninden akış değişkenine dönüşümü, tüketimin bir kaygı yönetimi mekanizmasına evrimi ve sıkı çalışmanın varlık birikiminden kopması sonucu ortaya çıkan “finansal nihilizm”.
Ödeme acısını azaltan fintech yenilikleri ve yüksek hızlı, düşük hacimli nakit akışını normalleştiren gig ekonomisi (esnek ekonomi) tarafından yönlendirilen Z kuşağı için paranın marjinal maliyetinin değişmesi kaçınılmaz oldu.
Birçok genç ve genç yetişkin için finansal gerçeklik; artık oynaklık ve anlılık ile tanımlanıyor. “Anında ödeme” ve “Kazanılan Ücret Erişimi”nin normalleşmesi, paranın “zaman tercihini” sıkıştırıyor. Über, Amazon, Yemek Sepeti, vs. gibi platformlar, çalışanların paralarını anında harcamalarına izin vererek gelirin artık “aylık bir olay” değil, günlük, hatta saatlik bir olay olduğu bir döngüyü pekiştiriyor.
Harcamanın psikolojik maliyeti böylece para biriminin mutlak değerinden ayrılıyor ve onu elde etmenin zahmetine bağlanıyor.
Yüksek frekanslı, düşük zahmetli akışkan bir gelir, yüksek frekanslı ve düşük zahmetli bir harcama pratiğine yol açıyor.
Ödeme Acısı
Zahmetsizden kastımız, fintech ürünlerinin “harcama acısını” uyuşturması; Z kuşağı için ödeme acısı diye bir acı kavramı yok.
Bu, dijital platformlar tarafından kullanılan “çevrimiçi seçim mimarisi – OCA” nin bir tasarım özelliği. Tüm tasarım, bilişsel önyargıları istismar etmek üzerine kurulu. Sistemin amacı analitik düşünme için gerekli süreyi minimize etmek ve dürtüsel satın almaları teşvik etmek.
Bu tür bir satın alma artık düşünülmüş bir satın alım olmaktan çıkıyor, yürütücü işlevi atlamak üzere tasarlanmış bir arayüz tarafından kolaylaştırılmış bir refleks oluyor.
Cashless Effect olarak adlandırılan bu süreç sayesinde, tüketicilerin nakit satın alıma kıyasla dijital ödeme yöntemlerini kullanırken önemli ölçüde daha fazla harcama yapmaları da sağlanmış oluyor.
Tam da bu noktada sistem, bu aşırıya kaçan harcamalardan ötürü tüketicinin hissedebileceği felç edici suçluluk duygusunun ortaya çıkmasına da engel oluyor.
Girls Math
Bunu da kişinin yaptığı harcamayı rasyonalize etmesini sağlayarak yapıyor. Şöyle ki, kişi kendi kendine bir matematik hesabı yapıyor. Girls Math & Boys Math olarak provokatif bir şekilde yapılan tanımlama, aslında tüketicinin bir psikolojik başa çıkma tekniği, bir zihinsel muhasebe yöntemi.
“Bedava yanılgısı”, indirim rasyonalizasyonu, para puan, önden yüklenen para, nakit ödül ya da iadeler, vs. gibi “kazançlar”, makro-finansal hedefler (Ev almak gibi) matematiksel olarak imkansız hale geldiğinde, tüketicinin beynini mikro-faydaları maksimize etmeye yönlendiriyor. Bu küçük “lüksler”, beynin ödeme acısını azaltmasını ve kişinin kısıtlayıcı bir ekonomik ortamda zevk alma duygusunu sağlıyor. Kişi bir tür savunma mekanizması edinmiş oluyor.
Öte yandan bu yürütücü işlev, bir pazar haline geliyor, yani metalaştırılıyor.
Günlük Lojistik
Benzeri görülmemiş şekilde (düzey demiyorum, uluslararası pek çok savaş yaşandı, yaşanıyor ve bunlar da döneminde ve günümüzde ciddi travmalara yol açıyor) bir tükenmişlik, stres ve akıl sağlığı sorunları bildiren bir nesil için, günlük lojistiğin (yemek planlama, market alışverişi, pişirme, temizlik, vs) bilişsel yükü, giderek zihinsel enerji üzerinde karşılanamaz bir vergi haline geliyor.
Yazıda değindiğimiz Amazon, Über, Yemek Sepeti, vs. gibi Yürütücü İşlevler (tam adıyla EFaaS), aslında tükenmiş tüketiciye karar yorgunluğunu ortadan kaldırma hizmeti sunarlar. Tüketici de bu lojistik ihtiyaçları bir algoritmaya ve bir gig çalışanına devrederek, negatif psikolojik yükü üzerinden atmak için bir prim ödemeyi göze alır. Ödediği ücret sadece yediği gıdanın maliyeti değil, bu bilişsek yükü azaltma maliyetidir.
Bu dış kaynak kullanımı, “her zaman açık – always on” çalışma kültürü ile de iyice hayatımıza girmiştir. Uzaktan çalışma ve gig ekonomisi ile şiddetlenen iş ve boş zaman arasındaki çizgilerin bulanıklaşması, ev işleri için çok az “kapalı zaman” bırakır. Bu durumda kolaylık bir lüks değil, işlevselliği sürdürmek/sağlamak adına temel bir gereklilik haline gelir. Bu yeni yaşam tarzı, bilişsel kapasitelerinin sınırlarında çalışan bu yeni nesil gençler için bir başa çıkma mekanizmasıdır.
Mikro Dopamin Dozları
Tüketim aynı zamanda duygusal düzenleme için birincil bir mekanizma haline geldi. “Küçük ödül kültürü – little treat culture” olarak adlandırılam bu fenomen, sürekli bir kriz hali yaşadığımız gümnlük hayatlarımızda küçük dopamin dozları olarak işlev görüyor.
Mahfi Bey’in yazsında değindiği “Ruj Etkisi”, bu hali ile artık bir DoorDash (YemekSepeti diyebiliriz) etkisine evrilmiştir. Bir ev veya araba ulaşılamaz olabilirken, birinci sınıf bir kahve veya eve teslim edilen bir yemek, geçici bir kontrol ve öz bakım duygusu sağlayan bir reflekstir.
Bu davranış, bu mikro tüketimleri normalleştiren ve oyunlaştıran TikTok gibi sosyal medya platformlarının “dopamin ayarları” ile pekiştirilir. Algoritmik akış, belirli deneyimler ve ürünler (örneğin Starbucks fincanları, Stanley termoslar, vs.) için “mimetik arzu” yaratır ve tüketimi bir aidiyet diline de dönüştürür.
Bu sayede gençler, biz de oyundayız derler; Bu yaşam tarzına katılmak, daha geniş ekonomik hak mahrumiyetine rağmen modern, bağlantılı bir birey olarak kimliklerini doğrılarlar ve bu sayede paylaşılan kültürel zamanın ruhuna katılmış olurlar.
Finansal Nihilizm
Lee&Yoo tarafından yapılan akademik araştırmalar, makro-hedeflere (ev sahibi olmak gibi) ulaşmalarının imkansız olduğunu gören Z kuşağının işgücüne katılmaktan ve tasarruf etmekten neden kaçındıklarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.
Ev sahipliğini ulaşılmaz olarak algılayan gençler çalışma çabalarını azaltır (sessiz istifa) ve boş zaman ve yüksek riskli varlıklara harcamalarını artırırlar.
Bu bir tembellik değildir. Ekonomik bir hesap, muhasebe çıkarımıdır. Sıkı çalışmanın “ödülü” (örneğin bir ev) standart işçilik geliri ile elde edilmesi matematiksel olarak imkansız ise, daha çok çalışmak için kişi bir motivasyon bulamayacaktır.
Bu da bize, bu yeni yaşam tarzının, bozulmuş bir ödeme sistemine rasyonel bir tepki olarak kendini konumlandırdığını doğrular.
Ancak bu tepki eve yemek siparişi ya da her gün cafelere uğramakla sınırlı kalmaz. Anlık fayda kendisini yeri gelir yüksek varyanslı bahislerde de gösterir (online bahis, crypto sepkülasyonları, vs.)
Servetin Simülasyonu
Bu evrensel bir durum değildir. Toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Ev sahipliğinin yaygın olduğu Z kuşaklı toplumlar da vardır. “Umutlular” diyebileceğimiz bu gençlerin ev sahipliği, ebeveyn sermayesine erişimi olmalarına dayanır. Kuşaklar arası servet transferine erişimi olmayan gençler ise bu yazının konusudur. Bir alt başlık ise ileri yaşa gelmiş gençlerin halen aileleri ile yaşamaları olabilir ki o da ayrı bir yazı konusu olmayı hak eder.
Nihilistler ise bir performans sergilemek durumundadırlar; temel varlıklara sahip olmadan, üst sınıfın akışkanlığını ve rahatlığını simüle ederler. Gerçek servetin ulaşılmaz olduğu bir dünyada servetin simülasyonunu yaşarlar.
Kripto, Kumar ve Konveksite (patlayıcı bir gelir) Arayışı
Gençler arasında kripto ticareti (burada bir spekülasyon ticaretinden bahsediyoruz, kripto yatırımından ya da uzun vadeli herhangi bir yatırımdan değil) ve diğer her tür spekülasyon ticaretinin yükselişi (gençlerle sınırlı olmamakla birlikte bu yazının konusu bu ticaretin sürdürülebilir bir gelire sahip olmayan gençler arasında oluşu), bu yapısal çöküşle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
Bir genç, asgari ücretin en iyi ihtimalle biraz üzerinde bir maaşla bir ev alma hayali kuramaz. Hele bir de enflasyon varsa, bu süre sonsuza kadar uzar.
Gençler için eski kuşakların “yavaş ve güvenli” yolu “kesin başarısızlık” yoludur.
Aradaki farkı çalışarak (lineer kazanç) kazanamayacaklarını anladıkları an, konveks getiri arayışına girerler. Konveksite, riskin sınırlı (ellerinde ne var ki riske etmekten çekinsinler?) ancak potansiyel kazancın sınırsız olduğu bir durumdur. Basitçe örnek verirsek, “1.000 TL’mi faize koysam, en fazla yıl sonunda 350-400 TL kazanırım ancak kaldıraçlı bir işlemde batma ihtimalim %99 da olsa %1’iyle param 1 milyon TL olabilir” diye düşünecektir.
Piyango Bileti Ekonomisi
İşte bu yüzden gençler, borsa, vs. yerine kriptolar ve türlü çeşit kaldıraçlı işler peşindeler. Bu bir şımarıklık, kumarbazlık, açgözlülük değil, rasyonel bir çaresizlik olarak okunmalıdır.
Normal yoldan gidildiğinde %100 kaybedeceğini bilirsen, milyonda bir için dahi riski göze alır, hileli bir sistemle sinik bir ilişki içine girersin.
Gençleri Suçlarken Düşülen Yanılgı
Latte faktörü diyerek küçük zevklerin servet birikimini engellediği imasında bulunursak, yanılırız. Bu tür tasarruflar matematiksel olarak önemsizdir ve bu kanıtlanmıştır.
Gençlerin bu yaşam tarzı, geleneksel tutumluluğun geleneksel ödülleri vermediğinin fark edilmesinin bir sonucudur.

Yorumlar